Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Katre-i Matem

Rus ve Fransız yapıtlarına ara vererek bir heves aldım Katre-i Matem'i elime. Almamla bırakmam aynı güne rastladı. Genellikle, oldukça hızlı okuyabildiğiniz kitaplar sizde çok derinlere inemezler. Böyle olunca da bir eksiklik hissi duyarsınız; sanki okuduklarınızın, satırların, hatta anlamların belki fizikî, belki de açıklayamadığınız bir ağırlığı olmalıdır ve bu da sizi doyurmalıdır; aksi halde aç kaldığınız gibi bir hisse kapılırsınız. Gözlerinizle yemek yer gibi; zihninizde bir tokluk hissetmeniz gerekir. Bunun için yazım dilinin son derece ağdalı, kişi sayısının onlarca ve her birinin hikâyelerinin de yüzlerce sayfa olması da gerekmez. İşte, Divan Edebiyatı üzerine yetkin çalışmaları olan bir yazar, metindeki bazı kelimleri anlayamıyorsunuz bile; ama size vermesini istediğiniz o hissi vermiyor. Girizgâhtaki tek bir kelime bile bir anda sizi itebilir. 'Antenlerini açmak' gibi bir anlatımın, ne roman başlığına, ne kitabın kapağındaki tablo detayına, ne içindeki grav

Bir Gece Vakti...

Herkes uyurken, nasıl oluyor dışarısı? Bir saatten sonra görmediğimiz kediler köpekler nereye saklanıyor? Kar sessizliği deyip duran insanlara inat, nasıl bir ses duyuyorsun lapa lapa yağarken? Dışarıda olağanüstü bir mucize varmışçasına uyuyamayan, ikidebir gidip göğe bakan, pencereyi açıp Gece 'nin muntazam örtüsünü nidalarımla kırıştıran, benim, sevgili komşum, seni gece gece rahatsız eden. Karları çaresizce taşıyan kolların ağrıyor mu? Pespembe göğün altında, herkes kuytusuna çekilmişken, dimdik, kolların bağrın açık, ayaktasın. Sokak lambası bile titriyor, ama sen tek bir kar tanesini bile düşürmüyorsun. Sabah olunca rüzgârla bir olup, altından gelip geçenlerin tepelerine top top karlarını atacaksın. Ellerindeki tomurcuklar, her bahar nasıl tekrar diriliyor? Her yıl ölüp, tekrar nasıl çiçek açıyorsun? Yapamıyoruz biz bunu. Konuşmayı öğrendik ama bunu hiçbir zaman öğrenemedik. Ellerinde tomurcuklarla kara kışlardan çıkmayı hiç bilemedik. Tüm bu düzen, çağ, toplum, bizlere

Her Iki Tarafın Gaddarları

Şu noktayı kesinlikle belirteyim: kürk giymekte tek bir doğru yan göremiyorum. Evrimle tüylerimiz döküldü diye, üşüyoruz diye, pamuğu yünü işlemeyi icat ettiğimiz halde başka canlıları katletmek canilik. Ama Kürke Hayır eleştirisi yaparken kullanılan bazı görsellerin de neredeyse kürk eldesi kadar zalimlik içerdiğini düşünmeye başladım. Yani karşısında olurken de , zalim olmak mümkün! Aşağıdaki resme bakınca ben, bu kürkü getirip yere serene, sonra da o yavru hayvanları getirip onun dibine koyana, bu gaddar mizanseni uydurana da kahrolun dedim. Hayvan yüzlerine Photoshop ile yapılan düzeltmelere hiç girmiyorum. Bu zeminin bir doğal ortam olmadığı da belli. Yavruları kimbilir nereden bu stüdyoya getirdiler. Slogan haklı, Every Child Needs Parents . Ama üslup yanlış. Nereden bulup nasıl bir ortam sağladığınız belli olmayan yavruları teşhir ediyor, kitsch ile akılda kalmaya çalışıyorsunuz. PETA'nın ünlülerle yaptığı çekimleri daha vicdanlı bulduğum bir gerçek. Ünlüler kendi

Bir Huzurla Geldi Kar...

Huzur , en sık bahsettiğim. Pekçok sanat eseri aksini arasa da; hep aksinin ilgi getireceği düşünülse de... Şimdiye kadar hep huzur veren şeylerden bahsedildi. Huzur veren kitap, müzik, insan... Oysa unuttuk ki, huzur bizim içimizden gelir. Bu bahsettiklerimiz sadece aracıdır. İçinizdedir ve çıkmak için davetinizi bekler. Geçen haftalarda, günlerce, böyle bir doğa parçasının içindeydim. Çocukluğumuzda biz karı bozmaya çalışırdık, ne araba üstlerinde ne çam dallarında bırakmazdık. Bu sefer neredeyse kendim bir kardan adama dönüşerek, Sessizlik ile yürüdük. Parlayan bir ağaç, dalında minicik narlar gördük. Huzur ile karşılaşma günlerime ait bir şey daha: cep telefonum günlerce, saatlerce kapalı. Hayatım artık daha bana ait . Günlerce, internete bir dakika bile bakmadan çalıştım. E-card değil, bir sürü kart yolladım. Ta öte kıtalardan yanıtlar geldi elime. Ben hep elektrik gitse de, gökteki yıldızları daha çok görebilsek diye arzu ederdim çocukluğumdan beri. Hiç değişmedim. Yin

Nerede Kaldı Yaz?

Kış. Doğanın makyajsız hali. Ürkütücü gölgeler halinde kel dalların altından geçerek gidiyorum. Vitrinlerde buğular, su damlacıkları. Aylardır satılmayan, satılmasını istemediğim, içinde reçel yapıldığını varsaydığım şirin dükkâncık. Hiç güneş vurmadığı için koca semtte buzlu kalan tek köşeyi dönüyorum. Kışın insanlar da karanlık, süzülen, bulanık gölgeler gibiler. Arkamda bir ses: "İşte şimdi tam saçmaladın!"  Ocak. Ne Aralık gibi eskimiş ve tükenmiş, ne de Kasım gibi gözlerimizi rüzgârla yere indiriyor; umut vaad ederek sürüyor. Umuda ters düşen karanlığıyla. Daha ayaz Şubat, kandırıkçı Mart var sırada. Ortada ne bir kedi, ne de kuş. Yanlarından geçtiğim bahçelerde, kesilmiş ağaç kütüklerini uzaktan kedi zannediyorum. Sanki kara bir kedi gölgesi sıyrılıp geçmiş gibi geliyor. Arabayla dolu olsa da, terkedilmiş kasaba gibi şehir. Sanki tüm kediler ve kuşların soyu tükenmiş gibi. Ağaçlar bu hali görmemek için uyuyor olmalılar. Biz uyumamakta direttikçe, zorlanıyoruz. Üş