Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Arı Kadar

Nehir , bu dünyada kısacık yaşayabilen, yine de herkesin gönlünü sevgiyle dolduran minicik çocukların ismi.  Bu yaşamı hiç istemeyen, istemediği halde yaşayan, yaşadığı halde bu yaşama hakkını vermeyen, dünyanın ve yaşayanların hakkını vermeyen onca yetişkinin yerine.. Hatta hakkını vermeyip bir de yaşayan ve yaşamayan diğer şeylere kötülük eden, şer isteyenlerin yerine.  Bu yaşamı isteyen, yaşarken acı çeken, illetlerle boğuşan, günden güne eriyen tüm iyi insanların ve çocukların adına..  Kalmayıp giden iyinin de yerine bu yaşamı daha güzel yapabilme gücümüz var. Giden iyilere borçluyuz bunu. Onların vazgeçtiği günlere borçluyuz. Hayata, boğaz çukurumuza ölene dek gelmeyen,  bir arı kadar olan ruhumuz a hakkını vermiyoruz. Küçücük bir arıya bile vermiyoruz hakkını. Kendimizi örseliyoruz, çevremizdeki yürekleri, küçük canlıları. Unutuyoruz. Yaşamak, başkalarına yardım etmek için, anamız babamız eşimiz dostumuz çoluğumuz çocuğumuz için, analar babalar eşler dostlar çocuklar için, kedimi

Nehir'in anısına

Hiç tanımadığım, bilmediğim bir insanın yazdığı bir twiti izleyerek, hiç tanımadığım, bilmediğim bir çocuğun adına açılmış, hiç tanımadığım, bilmediğim annesinin bloguna ulaştım bir yıl önce. f.: Serra Dağ, 2008. Ufacık bir kız çocuğunun, neuroblastoma ile olan savaşını günbegün yazıyordu annesi, hastane hastane, doktor doktor gezerek, hayatını, herşeyini bırakmış, her türlü günlük arzudan vazgeçmiş, yurtdışında kızının bir kerecik rahatladığını, ilerleyebildiğini görebilmek için çırpınıyordu. Okudukça okudum, okudukça, çıkamadım işin içinden, tıp lisanı anlayabilmekle o kadar geçinmeme rağmen; öyle ki tahlilleri, ilaçları, Nehir'in ilaçlara ve makinelere verdiği tepkileri karıştırmaya başladım.  Aylar, aylar sonra denk geldim ve yazdım yine dün.. Dualara ihtiyacı var diye yazmıştı Zeynep Hanım. Bugün ise, Nehir'i kaybettik diye bir haber... Blogda ise sanki bu iki kelimeyi kullanmak istemeyen bir elin yazdığı kısa metin.. Son ana dek güçlü, son ana dek ümit ederek kız

RealAge'in Yalan Olduğu An

Bir keresinde TV'de Nefise Karatay'a sormuşlardı. - Dün akşam ne yediniz? - Ben mi? Sebze.. İşte havuç.. Sonra pilav.. Üstelik bunları sayarken çok emekli yemekler pişirip yemiş gibiydi. Ne tuhaf! Bizim yemeklerimizin ne güzel adları vardı. Nerede o adlar? Hanidir mutfak kültürümüzün nadide yemeklerinin isimlerini, bir hazır çorba markasının reklamları sayesinde duyar öğrenir olduk. Bir hazır gıda markası, yeme kültürümüze sahip çıkıyor. Ne ironik! Dr. Öz ve dev projesi Realage, gerçek yaş diye bir kavram ortaya attı ve her şeyi, genç kalma sektörünün ayaklarının dibine serdi: beslenme ve sporu. Oysa beslenme ve spor genç kalmaktan da önce, sağlık için değil midir? Sağlıklı olmadan önce gelen genç kalma ile güzel kalma zaten yarışıyordu: Bu savaşların arasında kalan mutfak kültürleri kaybolmaya yüz tuttu , bu kültüre ait yemekler suçlu gösterildi. İnsanlar artık yemeklerin geleneksel isimlerini bilmiyor, hatta geleneksel yemekleri bile bilmiyor. Yanyana ya da ard